23 Haziran 2008 Pazartesi

Yeni adres

Yazılarımın gerisi bu adrestedir, buyrun sıcak sıcak
http://hulyanintunasi.blogspot.com/

29 Mayıs 2008 Perşembe

Nasıl yapmalı?

Evet doğumdan bahsediyorum. Nasıl yapmak lazım? Binlerce yıldır bu gezegen üzerinde çoğalan insanoğlu ve insankızı son 20 yıldır bu konuyu tartışıyor. Zaten "en çok para bu işte var" diye Jinekoloji'yi seçen doktorlar "ay şekerim bebek biraz iri. Gel sana sezaryen yapıverelim olsun bitsin bu iş. Bu çağda hala köylü kadınlar gibi bağırarak mı doğurmak istiyorsun yoksa? Cık cık cık" deyiveriyolar bir çırpıda.
Bu arada "oooo iriymiş" denilen bebek de en fazla 3,5 kg çıkacaktır. (hatta geçenlerde bi babayla tanıştım. "4 kg'yi geçer" denen kızı 2800 doğmuş. daha da komiğini duyan beri gelsin)
Zaten bebeğin kilosunu önemsemeyen cevval kadınlar için, her daim alternatif felaket senaryosu vardır bu tip doktorların. Ya kordon dolanmıştır ya da her an dolanabilecektir; ya da bebek havasız besinsiz kalmıştır; ya da anne adayının çatısı dardır. Blablablabla.....
Blog aleminde çok net bir ayrım gözüme çarptı. Yurtdışında doğum yapan annelerin hemen hepsi normal doğum yaparken yerli blogger'lar sezaryeni tercih etmiş. Ulu bilge, değerli Türk büyüğü, değeri öldükten sonra anlaşılacak başbakanımız gibi "Batı'nın sadece ahlaksızlığını alıyoruz" demediğim için "var bu işte bi çapanoğlu" diye düşünüyorum. Archisugar'ın 36 saat süren doğum öyküsünden sonra aslında bu işte tam bir doğru ya da yanlışın olmadığına kesin olarak kanaat getirdim..
Ben nasıl mı doğuracağım? Valla homosapiens usûlü düşünüyorum. Doktorların vaginal doğum , bizlerin "normal doğum" dediği türden...
Doktorun dediğine göre ters giden hiçbir şey yok. Ama son dakkaya kadar gerekli şartlar oluşmazsa ben archisugar gibi suni sancıya dayanabilir miyim bilmiyorum. Collyergiller'in Rahşan ısrarla " kızım ahan da buraya yazıyorum sende normal doğuracak göz(t) yok" dese de asıl bende sezaryene dayanacak göz yok. Zira sezaryen bir nevi ameliyat. Ezberimdeki doğum sahnesiyle tamamen çelişiyor.
Ezberimiz de sanırım filmlerden oluştu. Filmlerdeki doğum sahnelerine hastayım zaten. "Hemen su kaynatın ve bulabildiğiniz kadar temiz çarşaf getirin" diye başlar ya sahneler. Ve 5 dakikada daha annenin rimelleri bile akmadan tertemiz tosuncuk doğar. Keşke herşey o kadar kolay olsa. Valla hastanenin ortasına ateş yakar kazanı da oturtur evdeki tüm çarşafları da kaynatırdım:))

My pregnancy

Eskiden sağda solda oflaya poflaya, saçı başı dağılmış, eli belinde yürüyen, ağzında hep bir yakınmayla yaşayan hamile kadınlar görünce acıyan gözlerle bakardım. Sonra aklıma gelirdi "ulan ben de mi böyle olcam?"
Yok, olmadım.
Hatta bayıldım ben hamileliğe. Hatta ve hatta göbek fetişisti gibi bi şey oldum. Allah sizi inandırsın bakmaya doyamıyorum göbeğime..
Sağlam bi reflü sorunu yaşamama, sırt ağrılarıma, yavaş yavaş başlayan uykusuzluğa, şu aralar ters dönmüş de kalkamayan bir tosbağaya doğru evrimleşiyo olmama, bir sürü şeyden mahrum yaşıyo olmama rağmen çoook mutluyum..
Yaaa bir düşününce aklım çıkacak gibi oluyo. Orda tam içerde bir minik insan var, benden ve sevgilimden bir parça taşıyor. O kadar içimde ki doğduktan sonra ona en fazla sıkı sıkı sarılabileceğim, asla bu kadar içli-dışlı olamayacağız. Bazen sarılmak yetmez de sevdiğinizi içinize alasınız gelir ya; adam içerde zaten. Ötesi yok.. Sadece 7-8 hafta sonra onunla bir şekilde aramızdaki bu bağın kopacağını bilmek tuhaf bir hüzün yaratıyor bende.. Annelik, daha hamilelikte başlayan hastalıklı bir ruh hali sanırım. Kaptırdık gidiyoruz bakalım...
Haa, bir de çok özlediğim şeyler var. Sık sık kafamda bunların listesi dolaşıyor. Yazayım da kurtulayım:
- Kesinlikle rakı. Balık meğer rakısız bir hiç'miş.
- Midye.
- Doyasıya kafeinli kahve. Kafeinsiz kahve, alkolsüz bira gibi valla
- Haa evet aklıma gelmişken bira ve patates kızartması. Ama illa Kordon'da.
- Topuklu ayakkabılarım.
- Yüzüstü yatmak
- Denize girmek, yüzmek, yüzmek suya atlamak.. ( sezonu kaçırdım artık yüzme yasağım var)
- Selülitsiz bir popo( bu o kadar da canımı sıkmıyor aslında)

27 Mayıs 2008 Salı

Ne yoğurt mu dedin??



Evde ekmek yapmakla başlayan doğal yaşam merakım, son bir aydır yoğurt yapım teknikleri geliştirmekle devam ediyor. Zira hazır yoğurtlarda eşşek kadar yazan "katkısız" ibaresi tam bir aldatmaca. Türk Gıda Kodeksi'ne göre nişasta, katkı maddesinden sayılmıyormuş. Bu sütçü arkadaşlar da basıyolar nişastayı; krema gibi, 2 hafta bozulmayan yoğurtlar yediriyolar bize..
Başarısız, vıcık vıcık, cacıktan başka bi halta benzemeyen birkaç denemeden sonra son iki seferdir mükemmel kıvamı yakaladım. Paylaşımcı bir blogger olarak hizmetinizdeyim.
Öncelikle kullanacağınız sütün pastorize günlük süt olmasına dikkat edin. Uzun ömürlü sütlerin, homojenize işlemi sırasında moleküler yapısının değişip bazen maya bile tutmadığı söyleniyor. Zaten aynı süt, biri 6 ay diğeri 3 gün dayanıyor. Bi terslik olmalı o işte öyle di mi ama?
Sütümüzü yarım saat kadar kısık ateşte kaynatıyoruz ki fazla suyu buharlaşsın gitsin. Biz de yoğurdumuzdan ayran yapmak zorunda kalmayalım.
Efendim en zor kısım burda başlıyor. Bırakınız sütü soğusun. Ne vakte kadar mı? İdeal sıcaklık 40-43 derece Celcius arası. 43ü geçerse sulu ve ekşi oluyor. Benim serçe parmağımı sokmak suretiyle birkaç yoğurt mayalamışlığım var fakat onları salatalık ve sarımsakla tanıştırmak zorunda kaldım. Kötü yoğurttan yapılan cacık bile berbat oluyo..
Isıyı artistik bir mutfak termometresiyle ölçebilirisiniz ama sırf yoğurt mayalamak için de böyle bir ekipman almak istemiyorsanız en iyi yöntem digital koltukaltı termometresi. Üşenmeyin gidin eczaneye temizini alın. Poponuza, ağzınıza soktuğunuz termometreyi süte sokarsanız doğal yaşamın -af buyrun- bokunu çıkarmış sayılırsınız. (Yaparsanız da misafirlerinize söylemeyin)
Ardından evdeki tencereden ayırdığınız birkaç kaşık yoğurdu, bu sütle karıştırınız. Ben en iyi sonucu Activia ile elde ettim. Löp löp bir yoğurt oluyor gerçekten de.
Yoğurt yapmanın en saçma kısmı bence halihazırda bir parça yoğurda ihtiyaç duymamız. İlk yoğurdu uzaylılar mı getirdi o zaman, nasıl oldu da yapıldı aklım almıyor valla.

Sonra tencereyi evin en sıcak yerine sarıp sarmalayarak oturtun. Fazla sarsılmasın, dikkat.. Yazın 3-4 saatte kışın da......... Bunu sallayamıycam kışın hiç yapmadım. Ara ara açıp bakmakta fayda var sanırım. Annemin dediğine göre kışın bazen sabaha kadar sürüyomuş mayalanması.


Neticede işte böyle bir yoğurt elde ediyorsunuz. Tencereyi hafiften eğince dağılmıyorsa olmuştur. Haa sakın hemen kaşığı daldırmayın, 24 saat dolapta beklemesi gerekiyor ki kıvamı iyice otursun. ondan sonra dolma üstü mü olur artık ıspanak üstü mü keyfinize kalmış. Afiyet şeker olsun...

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Babalık Halleri

Sanırım biz kadınlar hamile kalınca bu haltı tek başımıza yemiş gibi davranıp, iki kişinin ortak mahsûlü olduğunu unutuyor ve bebeği fazlasıyla sahipleniyoruz. İster "yaşım geldi geçiyor" telaşıyla yapılsın; ister bir "aşk bebesi" olsun...
Babalık hep biraz "anneliğin kutsallığı"nın gölgesinde kalıyor. Biz, diğer hamileler ya da annelerle duygularımızı, tecrübelerimizi paylaşıp zenginleşirken; baba adayları kafaları karışık, hafif dumanlı ve tonla endişeyle yaşayıp gidiyor. Herkes bizimle ilgilenirken zavallı babacıklara "nasılsın" diye bile sorulmuyor. İstisnalar elbette geneli bozmaz ama benim şahsi gözlemlerim bu yönde.
Diğer genellemem de "baba adayı tipleri" üzerine.
1-Kendi de hamile gibi yaşayan baba adayı:
Bu tipler karısıyla birlikte aşerir. Kilo alır, midesi bulanır. Gece karısına bıkmadan su getirir, meyveler mutlaka tabakta, kabukları soyulmuş ve süslenmiş şekilde gelir. 9 ay boyunca ağzı kulaklarında dolaşır. Karısının her nazını ve kaprisini çeker. Anne adayı zalimse bu zavallıcıkları sömürür de sömürür. Benim de en anlayamadığım baba tipidir.
2-Umursamaz baba adayı:
"Ne var canım bizim analarımız erik ağacının altında doğurmuş, ne aşermiş, ne de bi yeri ağrımış. Sık dişini" felsefesine ve gamsızlığına sahiptirler. Asla eşlerine yardım etmezler, hatta talepleri eskiye oranla artmıştır. Ve bence ıslak meşe odunuyla dövülüp sırtlarına 5 kg, göbeklerine 10 kg ağırlık bağlanıp 8 saat dolaştırılmak suretiyle cezalandırılmalıdırlar.(Erdener Abla'yım ben evet)
3- Kıskanç baba adayı:
Bu tipler iki kişilik yaşamdan gayet memnundur. Kafaları yeni doğacak bebekle, eşleriyle ilişkisi konusunda bi ton soruyla meşguldür. Genelde gizli gizli bebeği ve ona yönelecek ilgiyi kıskanırlar. Çocuk kalmış ruhları vardır, baba olunca geçecektir. Anlaşılıp tolare edilebilir bi durumdur.
4-Ödlek baba adayı:
Bu modeller annenin göbeğinde canavar varmış gibi davranır. Kadının göbeğine dokunmaz, bakamaz hatta.. Eşleriyle sevişme düşüncesi bile ürkütür onları. Biraz biyoloji okumalarında fayda var.
5-Normal baba adayı:
Normaldirler. Gerektiğinde eşlerine yardımcı olurlar, bebek alışverişlerinde oflayıp poflamazlar. Doğuma girip eşinin elini tutan, bebeği görünce anneyle birlikte salya sümük ağlayan erkekler genelde bu gruptan çıkar. Severiz onları :)
Bizim babişimiz Mr. G hangisi mi? Sanırım dönem dönem hepsinden bir parça yaşadı. "Sanırım" diyorum zira erkekler duyguları konusunda ser verip sır vermezler. Bu aralar babalık fikrine alıştığı için normal baba adayı diyebiliriz.

Ne yedim ; ne içtim?

Yıllardır organik, doğal-efendime söyliim- ev yapımı gibi sıfatlarla eşini dostunu bilgi bombardımanına tutan bir kadın hamile olunca ne yapar? İşin suyunu çıkarır di mi? Ben de öyle yaptım :) Doktorum Atilla Erler de sağolsun benden titiz çıktığı için tam süper bi ikili olduk.
Daha ilk muayenede "nişastayı azaltıyosun, pastorize günlük süt alıyosun, uzun ömürlü kutu süt olmayacak.. Haftada 4 öğün kırmızı et, iki öğün balık, kefir, yoğurt,yumurta günlük tüketiyosun, semizotu ve ceviz ihmal etmiyosun. Gerisi fasa fiso" diye hızlı hızlı anlatınca gözüme girdi valla. Kadın doğumcular genelde standart bir liste verirler, hamile kadın da genelde aşerme ve gözü dönme bahanesiyle ne bulursa yer. SoftHitler kıvamındaki doktorum sayesinde ne çok aşerdim ne açlıktan fenalık geçirdim ne de bebeğim gıdasız kaldı. Sadece 29.hafta civarında çok fena tatlı çekti canım, hemogram değerlerimi ölçtürdüm. Meğer bizim haşere iliğimi kemiğimi sömürmekle meşgulmüş. Normalmiş yani tatlı krizlerim...

Haa bu kadar titizlenmeme rağmen 32.haftaya neredeyse 12 kg ile giriyorum. Bu da genetik mirasımın bana bi kazığı sanırım. Toplamda 15 kg civarı bi fazlalıkla bitirecek gibiyim.

son-ki-üç-dört!!!



Allah'ım ne çok anlatacak şeyim var, bilemezsiniz. Bi arkadaşım "kadınların hamilelik ve doğum anıları; erkeklerin bitmek tükenmek bilmeyen askerlik anılarıyla yarışır" demişti. Hakkaten öyle galiba. "Sizin göbek kaç haftalık?" diye başlayan sohbetler nerelere gidiyor tahmin edemezsiniz. Hamile olan zaten empatik meraktan; olmayan da "acaba ben nasıl bi hamile olurum?" merakından kulak kesiliyo bu sohbetlere.




Efendim ben şahsen bugün itibariyle 31+3 haftalık hamileyim. Yani 32.haftaya girmiş bulunuyorum. 8 hafta kadar sonra Tomurcuk'uma kavuşuyorum. Biz kendisine şimdilik sıpa, haşere, Alien, kuzucuk,civciv, tosalak vs.. desek de devlet gözünde ciddiye alınsın diye normal bir isim de verdik: Tuna... Soyadımız tren lokomotifi gibi olduğu için mümkün olduğunca kısa bi isim olmasında fayda var dedik.


Nasıl Geçti Habersiz 31 Hafta?


Gerçekten daha dün gibi sanki, elimde gebelik kiti. İki kırmızı çubuğa bakakalışım, herkesi arayıp haber verişim, ilk kontrollerim, tiroid sorunu yüzünden salya sümük ağlayışım, sadece çorba, makarna ve yoğurtla geçen ilk 14 hafta( buna rağmen 14.haftaya 2 kg fazlalıkla nasıl girdim hala bilmiyorum.)O zamanlar karnıma bakıp "sanırım asla büyümeyecek" diyordum. Yukardaki "before&after" fotolarında ne kadar salakça düşündüğüm ayan beyan ortada sanırım.İk foto 12.haftada diğeri de 32.haftaya girerken çekildi.